Sevgili okurlarım, 30 Ekim 2020 tarihinde İzmir’de korkunç bir depremi tüm şiddetiyle hissederek yaşadık. Yıkılan bina haberleri geldikçe içimiz parçalanmaya başladı. Arkasından tsunami de denen süprüntü olayının görüntüleri bizleri hem şaşırttı hem de üzdü. Deprem dolayısıyla hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı ve zarar gören tüm vatandaşlarımıza, İzmir’imize ve ülkemize sabır diliyorum. Hepimize geçmiş olsun. İnşallah ders alırız ve bazı şeyler tekrar yaşanmaz. Depremin şiddeti ile ilgili olarak 6,6-7,1 arasında bilgiler verildi ve her seferinde olduğu gibi deprem uzmanlarımızı tekrar hatırladık ve her kanalda görmeye başladık.
GENEL DURUM
Bugüne dek sizlerle tarihî konularda yazılar paylaştım zira ilgi ve uzmanlık alanım tarih üzerine. Ancak İzmir’de yaşayan ve bu büyük trajedinden doğrudan etkilenen ve tarihe tanıklık eden biri olarak deprem olayıyla ilgili bir yazı yazmak mecburiyetine hissettim kendimi. Bu sorumluluk hissi içerisinde okurlarım adına depremden en fazla zarar gören bölgeye gittim, gözlemledim ve neler yapılabileceğine ilişkin cevaplar bulmaya çalıştım.
Bölgeye ulaştığımda karşılaştığım ilk manzaralar ‘gönüllerde hissedilen depremin’ çok daha acı olduğunu gösterdi. Göğsüme tarif etmesi zor bir duygu tüm ağırlığıyla oturdu. Havada adı konmamış o derin hüzün sanırım orada bulunan herkese kendini hissettiriyordu.
Foto 1
Foto 2
Foto 3
1., 2. ve 3. fotoğraflardaki yıkıntı Doğanlar Apartmanı’na ait. Yakınlarda bulunan ve bu fotoğrafları çeken Murat Başaran depremden hemen sonra enkaza girdiklerini, akşam 19:30’a kadar enkazda çalıştıklarını, gelen ekiplere yardım ettiklerini söyledi. Yardım ekipleri gelene kadar altı kişiyi enkazdan çıkarmayı başarmışlar. Bir anne ve dört çocuğunun seslerini hep duymuşlar ama çok aşağıda olduklarından bir türlü ulaşamamışlar. Enkazdan gelen bir bebek ağlamasının ve dışarıda bulunan bir kız çocuğunun ‘anne’ diyen çığlıklarının kulağından hala gitmediğini söyledi.
Bir bankta gariban bir şekilde oturan bir amca ve eşinin yanlarına giderek hal ve hatırlarını sordum. Gediz Depremi’ni yaşadıktan sonra Kütahya’dan İzmir’e gelen M. Ali Amca ve eşi: “Birçok tanıdığımız ve dostlarımız gitti, yalnız kaldık burada, kimi öldü kimi taşındı.” dedi. Acıları ve hüzünleriyle baş başa bırakıp yanlarından ayrıldım.
Yakın bir yerde, afetzedeler için kurulmuş çadırların orada konuştuğum gençler mahallede hiç Suriyeli olmamasına rağmen şimdi çadırlara yerleşmiş olan pek çok Suriyelinin olduğunu söylediler.
İlerlerken efsane taraftar grubu ‘Göztepe’nin açtığı yardım tesisini gördüm. Depremden hemen sonra organize olup çok kısa sürede bölgeye gelmişler. Ali ve Bülent ile konuştum, çok iyi organize olmuşlar, olağanüstü de destek almışlar, afetzedelerin neredeyse her türlü her türlü ihtiyacını karşılıyorlar. Ali ve Bülent, ihtiyaç sahiplerinin gelip ihtiyaçları olan malzemeleri aldıklarını, gönüllü gençlerin o malzemeleri çadırlara taşıyarak da yardımcı olduklarını aktardılar. Sonradan ilave malzeme dağıtmak amacıyla çadırları ziyarete gittiklerinde ise insanların ‘daha fazla ihtiyacı olanlara verilmesi için’ geri çevirdiklerini gözleri dolarak anlattılar. Sakaryaspor’un taraftar grubu ‘Tatangalar’ da yüklü miktarda yardım göndermişler. Afet bölgesinde çalışan gönüllü gençlerin insanlara sıcacık ve şefkat dolu bakışları yüreğimi ısıttı. Canla başla çalışan bu kahraman gençlerimize gönülden teşekkürler.
Foto 4: Göztepeli Ali ve gönüllü gençler kurdukları yardım merkezinde.
Foto 5: Göztepe taraftar grubunun yardım merkezinin bir başka görüntüsü. Aktardıklarına göre, deprem sonrası ilk kurulan yardım merkezi Göztepe taraftarlarınca kurulmuş. Diğerleri de hızla gelerek yaraları birlikte sarmaya devam etmişler.
Bu arada yanımda götürdüğüm fotoğraf makineme, acının fotoğrafını çekmeye yüreğim elvermediği için ellerimin uzanmadığını, sadece ilginç bulduğum birkaç konuyu cep telefonumla görüntüleyebildiğimi de özellikle belirtmeliyim.
İzmir halkı ile belediyeleri, diğer illerden gelen belediyeler ve çeşitli kurum ve kuruluşlar yardım merkezleri oluşturmuşlardı. Diyanet ilk günden itibaren sıcak yemek ve içecek servisi yapan geniş bir merkez kurmuş. İzmir Müftü yardımcısı Mehmet Çoban’ın başından beri orada olduğunu öğrendim, hepsine şükranlarımı sunuyorum. Türk halkının bütünlüğünün ve kucaklaşmasının yansıması olan bu hizmetler beni ziyadesiyle memnun etti.
Bölgede bulunduğum yaklaşık on saat boyunca gönlüm ve gözlerim aramasına rağmen, başrolde olması gereken Kızılay’ımızı bulamadım. Kızılay sadece cep telefonuma gelen yardım isteme mesajında vardı, çok acı.
Gün boyunca çok fazla insanla görüştüm. En çok göze batan, koordinasyon eksikliği. Yapılması gerekenler ile yapılabilecek yardım konularını ikinci yazımda yazacağım.
YAŞANAN ACILAR
Televizyon ve sosyal medya günlerce kurtarma çalışmalarını ve yıkılan binalardan canlı çıkarılan insanları aktardı. Arka planda yaşanan acılar fazla yansıtılmadı. Bölgeyi içinde bulunarak gördüğümüzde yaşanan acının korkunç boyutu çok net bir şekilde fark ediliyor. Sarılması gereken yaranın ne kadar büyük olduğu ortaya çıkıyor. Şu anda bölgede bulunanlar ikinci derecede acıyı yaşayanlar; birinci derecede acıyı yaşayanlar yani yıkıma maruz kalanlar ise bölge dışında, kimi vefat etmiş kimi tedavi görüyor kimi de başka yerlerde.
Foto 6
Foto 7
- ve 7. fotoğraflar enkazdan kurtarılan malzemeleri gösteriyor. Polis memuru bir arkadaşımızın anlattığına göre, bir amcamız bu eşyaları almaya gelmiş fakat alamadan gitmiş. Salça kavanozlarını görünce yıkılmış: “Karım bu salçaları bir hafta önce yapmıştı, nasıl yerim ben bunları?!” diyerek, gözü yaşlı ayrılmış. Eşini ve kızını depremde yitirmiş.
Foto 8
Foto 9
AFAD gönüllüsü Eyüp Kaya’dan aldığımız bu fotoğraflar (8 ve 9) Yağcıoğlu Sitesi’nden bize bir başka dramı anlatıyor. Arkasındaki hikâyeyi belki de hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Kaldırılması tamamlanmış enkazlar nice acıklı hikâyeyi de beraberinde götürdü. Kimisi canını kimisi malını kimisi de kedisini kaybetti, acımız büyük.
Foto 10: Kayıp kedi Asil için asılan ilan.
Foto 11: Depremin ilk günü enkaz kaldırma çalışması. (Kaynak: Eyüp Kaya)
İZMİR, DAYANIŞMA ve İŞ BİRLİĞİ
İzmir denilince akla gelen dayanışma efsane haline gelmiş. O kadar güzel yardımlaşma hikâyeleri ortaya çıkmış ki kelimelerle anlatmak zor. Yine de bir kısmını anlatmaya çalışalım:
Foto 12
- fotoğrafta görülen kişiler Şili vatandaşı Victor (solda) ve Meksikalı eşi Judith. Üç senedir Bayraklı’da yaşıyorlarmış. Evleri depremden zarar görmüş ve çadıra geçmişler. Victor makine mühendisi ve İzmir’de bir fabrikada çalışıyor. Judith ise İspanyolca öğretmenliği yapıyormuş fakat pandemi nedeniyle işsiz kalmış. Komşuları tarafından akrabaları gibi benimsenmişler ve sahip çıkılmışlar. Victor Türkçeyi de gayet güzel öğrenmiş.
Foto 13: Rıza Bey Apartmanı’ndan deprem sonrası ilk görüntü. (Kaynak: Eyüp Kaya)
Foto 14: Rıza Bey Apartmanı şimdi yok.
İzmir’deki birlik ve dayanışmayı en güzel anlatan yazılardan birisi şu şekilde:
DÜN İZMİR SALLANDI
Hem de ne sallanma.
Ölenler enkaz altında, kalanlar evsiz kalanlar.
Bir yandan yüreğimi burkan acı, bir yandan endişe, bir yandan da “Şimdi ne yapacak bu insanlar?” sorusu.
Derken sosyal medyada da bir paylaşım gördüm:
İZMİR’deki oteller odalarını depremzedelere tesis etmeye başladı.
“Aferin be!” dedim.
Sonra tüm toplu taşıma ücretsiz oldu.
İnsanlar paylaşım yapmaya başladılar: “WİFİ şifremizi kaldırdık, dilediğiniz gibi kullanın.” diye.
Gözlerim dolu, titreyerek okuyorum.
Restoranlar, kafeler…
“Gelin haydi, sabaha kadar sizinleyiz, sıcak çorba ikramımız, birlikte olalım bu gece, misafirimizsiniz.”
Bir arkadaşım yazmış: “Evim küçük ama olsun, çay demleriz gelin, birlikte otururuz.” diye, davet ediyor bir depremzede aileyi.
Çadırlar kuruldu.
“Tanrım… O da ne?!”
Etrafta yaşayan evlerden insanlar sıcak yemekler, çaylar, çorbalar yapıp getiriyor.
Birden İstanbul Atatürk Havaalanı’ndaki patlamada kaçışan insanları taksisine almak için 100 dolar isteyen o taksiciyi hatırladım.
Komşu apartmandan bir kadın, depremzedeye “Merak etme, biz buradayız.” diyordu.
GEÇMİŞ OLSUN DENİZİN KIZI, KIZI DENİZ KOKAN İZMİR.
İZMİR’in dağlarında çiçek açıyormuş gerçekten. Anladım.
Mahallede gördüklerim ise şu şekilde:
Yaşlı teyzeler minibüse binip geliyor, fileleri dolu, “Oğlum, depreme en yakın yerde beni indir.” diyor teyzem, “Teyzem ne yapacaksın?” diye soruyorlar, teyzem diyor ki “Gücüm yettiğince getirdim birkaç parça, yardım edeceğim.” Deyince, minibüste şoför dahil herkesin gözü doluyor, ücret alınmıyor kendi gariban gönlü kocaman teyzemden.
Benzer pek çok hikâye duyuyoruz ve görüyoruz. Örnekler o kadar çok ki hangisini yazayım? Örneğin, ihtiyaç sahipleri gelsinler, ücretsiz alsınlar diye, dükkanlarının önüne tezgâh açıp su, kâğıt havlu vb. ürün çıkaran çok mahalle bakkalı, marketi var.
Foto 15: İhtiyacı olanlar için. (Kaynak: sosyal medya)
Hele gençler, hani ‘Z kuşağı’ dediğimiz, küçümsediğimiz gençler var ya, kocaman birer yürek olup kendiliğinden organize olarak gelmişler, yanlarına oturup tek tek tüm depremzedelerle görüşmüş, onurlu insanlarımızın dillendiremedikleri ihtiyaçlarını tespit edip sağdan soldan bulup getirmişler. Hâlâ harıl harıl çalışıyorlar. Bunlar gençliğe olan güvencimi ve inancımı arttırdı ve coşturdu. Ülkemin geleceği için umutlarım tazelendi, güven ve kıvanç duydum. Bu gençler ‘Gönül Kuşağı’ymış meğer. Var olun gençler, sizlerle gurur duyduk.
Bir kurtarma görevlisinin sözlerine kulak verelim:
“Ben yirmi beş yıldır bu işi yapıyorum, kurtarma operasyonlarına gidiyorum. İzmir gibi bir yer görmedim. Dünyanın hiçbir yerinde bize böyle yardım eden bir halk olmadı. Normalde her gittiğimiz yerde çadırımızı biz kendimiz götürürüz. Burada bize çadır getirdiler. İlk defa bir ilde bize çadır verdiler. Resmî kurulan yardım merkezlerinden bir tas çorba içmedik, hep halktan geldi. Kendimizi burada kundakta bebek gibi hissettik. Çok iyi insanlar oldukları için belki de bu felâket ucuz atlatıldı. Yemeğimizi getiriyorlar, ateşimizi getiriyorlar. Sokakta yürüyemiyoruz, yakalayan elimize bir şeyler veriyor. Utandık artık.”
Bir ilginç hikâye daha: (Sezai Baki Bey’e teşekkürler.)
SAYGI AYAKTA OLUR
Metrodaydılar.
Enkazda çalışıp yorulmuşlardı.
Yeni ekibe işi devredip, dinlenip, yeniden geleceklerdi.
Üstleri toz toprak içindeydi.
Onlar biner binmez üç genç kalkıp hemen yer vermişti.
OTURMADILAR!
Kirlenir diye koltuklar!
Başkaları da kalktı yer vermek için.
Yine oturmadılar.
Israr ettiler.
Yine oturmadılar.
Çantalardan gazeteler, poşetler çıkarıp koltuklara serdiler.
Yine oturmadılar.
Yapacak şey kalmamıştı gayri.
Onlar gideceği yere varana kadar o metroda tek kişi oturmak istemedi.
Ayakta yolculuk ettiler!
Burası dün, Japonya değil, İzmir’di.
Ve ertesi gün,
Enkaz altından bir şirin çocuğun uzanıp
Parmağına tutunduğu onlardan biriydi!
Hayatını kaybedenlere rahmet diliyorum, hepimize geçmiş olsun. Bir şekilde yardım ve hizmet eden herkese sevgilerimle ve saygılarımla.
No responses yet