Sevgili okuyucularım, ilginizi çekebileceğini düşündüğüm farklı bir açıdan Büyük Taarruz’u ve bu muhteşem Türk zaferini, istihbarat alanında verilen mücadele ile anlatmaya çalıştım. Ne kadar özetlemeye çalışsam da bu büyük zafer kısalmıyor. Sabırla okuyacağınızı ümit ediyorum. Saygılarımla.
Foto 1: Muhtemel bir İstihbarat operasyonu planı.
Dünyanın En Büyük İstihbarat Operasyonu Büyük Taarruz’dur
Atatürk ve silah arkadaşları bize, “Türk, bitti demeden bitmez.” sözünün ne kadar doğru olduğunu tarihe altın harflerle yazarak göstermişlerdir.
Düşünün ki onlarca yıl süren Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış, orduları dağıtılmış, ekonomisi çökmüş perişan durumda bir halk ve ülke. Dünya savaşını kazanmış İngiltere, Fransa ve İtalya artık kendilerini dünyanın hâkimi olarak görüyor. Yetmemiş bir de yaklaşık 400 yıl Türk hakimiyetinde kalmış Yunanistan’ı maşa olarak kullanıp Türk topraklarını işgal ettiriyorlar. Osmanlı saltanatının sahipleri sırf makamlarını korumak uğruna her türlü iş birliğine yanaşıyor hatta Türk’ü tarihe gömecek Sevr Anlaşması’nı bile imzalıyorlar. Ülke hain dolu. Üzerinde güneş batmayan ülke İngiltere dünyanın lideri, dünyanın en gelişmiş istihbarat sistemine sahip. Türk’ün elinde son kalan toprak olan Anadolu’yu kâğıt üzerinde paylaşmışlar ve plan uygulamaya konmuş. Bizi bu durumdan ancak bir mucize kurtarabilir. Atatürk ve silah arkadaşlarının önderliğinde Türk milleti kadını erkeği genci yaşlısıyla bir bütün olup bu mucizeyi gerçekleştiriyor. Bu mucizenin adı İstiklâl Harbi’dir. İstiklâl Harbi’nin görünen yönü ziyadesiyle anlatılır, biz bu yazımızda ise doğası gereği gizli olan istihbarat savaşının ayrıntılarda gizlenmiş perdesini aralamaya çalışacağız.
İstihbaratın, herkesin aklına ilk gelen faaliyet olan “haberalma”dan başka, görünmeyen yönleri “bilginin analizi” ve “düşmandan kendi faaliyetlerini gizlemek”, bir başka deyişle “düşman istihbaratına karşı koymak”tır. Analiz, ele geçen bilgileri değerlendirip ondan en iyi sonucu çıkarabilmektir. Analiz yapamazsanız elde ettiğiniz istihbarat hiçbir işe yaramaz. Atatürk bu yönüyle incelendiğinde dünyanın en iyi analiz yapabilen liderlerinden birisi olduğu kolayca anlaşılır. Bazen o kadar doğru değerlendirmeler yapar ki gelecekten haber veren bir kâhin gibi görünür. Halbuki istihbarat ilminin analiz yönünü çok ustalıkla kullanabilmektedir. Analiz yapabilmek için doğru ve objektif düşünebilmeli, olabildiğince çok ve doğru bilgiye ulaşılabilmelidir. Bunun için de çok iyi istihbarat teşkilatlarının kurulmuş ve işletiliyor olması gerekir. Atatürk onca zorluğun arasında fevkalade işleyen çok sayıda istihbarat teşkilatı oluşturmuş ve çalışmasını sağlamıştır. Nihaî zafere ulaşabilmenin bir diğer şartı da faaliyetlerinizi düşmandan çok iyi gizleyebilmektir.
Sakarya harbinin sonuna kadar düşman istihbaratı içimize sızmış, neredeyse tüm faaliyetlerimizi günü gününe öğrenmiş, gerekli tedbirleri de alabilmiştir. Atatürk eşsiz öngörüsüyle bu eksikliğin önlemlerini önceden almış ve Büyük Taarruz sürecinde askerî zaferin yanı sıra aynı zamanda dev bir istihbarat zaferi de kazanmayı başarmıştır.
Dünya sınav alanıdır, Türk Ulusu yüzyıllardan sonra yine bir sınav hem de bu kez çok çetin bir sınav karşısında kaderiyle yüzleşiyordu. Sınavda başarı sağlamadan kendimize karşı iyi davranılmasını beklemek, bizim için doğru olabilir miydi? Kazanmak için varımızı yoğumuzu ortaya koyduğumuz, “Ya İstiklâl Ya Ölüm” parolasıyla yola çıktığımız ve Atatürk’ün önderliğinde kazandığımız bu eşsiz zaferde istihbaratın payının olmaması düşünülemez.
Yeni İstihbarat Teşkilatlarının Kurulması
Bu konuyu bir önceki yazımızda anlatmıştık. Özetle, Karakol Cemiyeti kaldırılmış, Binbaşı Ekrem Baydar liderliğinde Felah Grubu, Topkapılı Cambaz Mehmet liderliğinde M.M. (Mim Mim) Grubu adlarıyla yeni istihbarat teşkilatları İstanbul’da kurulmuştur. Ayrıca İngiliz Kemal ve Gavur Mümin de ferdî olarak çok önemli istihbarat faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Bu kahramanlarımız hakkında sonraki yazılarımızda daha çok bahsedeceğiz. Ayrıca faaliyetlerimizi gizlemek ve istihbarata karşı koymak maksadıyla Askerî Polis Teşkilatı ve sonradan onun yerine Tetkik Heyeti Amirlikleri kurulmuştur. Emniyet-i Umumiye Müfettişlikleri ile Matbuat ve İstihbarat Umum Müdürlükleri de bu dönemde kurulmuş ve çok önemli hizmetler vermiştir. Propaganda ve açık kaynak faaliyetlerinin yapılması için de “Anadolu Ajansı” kurulmuştur.
Mektup Operasyonu
İngiliz İşgal Komutanlığı yalnız basını değil haberleşmeyi, mektupları da kontrol ediyor ve sansürlüyordu. Bunun için İngilizler bir ‘Sansür Heyeti’ kurmuşlardı. Bu sayede İngilizler, Millî Mücadelemiz konusunda çok önemli bilgiler ediniyorlardı. Felah Grubu, Sansür Heyeti’ne bir ajanını yerleştirmeyi başardı. İlk tedbir olarak, askerî birliklerin yerlerinin öğrenilmesine engel olmak için Genelkurmay Başkanlığı, birliklere kod yerine geçecek askerî posta numarası verdi. Bu faaliyetin bir silah olarak kullanılabilmesi için de birliklere yüzlerce mektup yazdırarak postaya verdirtti. Kimlik bilgileri ile birlik isimleri doğruydu fakat içindeki bilgiler İngiliz istihbaratını yanıltacak bilgilerdi. Bu bilgilerin bizim faaliyetlerimiz konusunda İngiliz istihbaratını ziyadesiyle yanılttığını düşünüyorum.
Telgraf Merkezimiz İngiliz Birliğinin Yanında
İngilizler İstanbul’u işgal etmeden önce, Ankara ile haberleşmeyi sağlayan “gizli telgraf merkezimiz” Sirkeci’deki büyük postanenin bodrumuna kurulmuştu. İşgal gerçekleştiğinde merkezin yeri yakalanmamak için değiştirilmiş, Anadolu yakasına taşınmıştır. Gizli telgraf merkezinin bu yeni yeri Bostancı’daki İngiliz Hint Tugayı Karargâhına üç yüz metre mesafedeydi. Bu yer, düşmanın yakınına bu kadar sokulabileceğimize ihtimal vermeyeceğinden en emniyetli yer olarak kabul edilmiş ve İstiklâl Harbi’nin sonuna kadar yeri İngilizler tarafından bulunamamıştır.
Üsteğmen Galip (Vardar) Damat Ferit’in Konağında
M.M. İstihbarat Grubu Damat Ferit Paşa’nın konağına Üsteğmen Galip Vardar isimli ajanını sızdırmıştır. Bir gün General Harrington ziyarete geleceği sırada tercüman birden hastalanmıştır. Tercümanın yerine Galip Vardar geçmiştir. Yaptığı tercüme çok beğenilmiştir. Bu olay üzerine kadroya alınmış ve irtibat subayı olmuştur. Ayrıca Özel Kalem Müdürü’nün kızıyla gönül ilişkisi de kurmuştur. Böylece Galip Vardar çok önemli bilgiler ele geçirmiştir.
Foto 2: Sir Charles Harington Harington. İstiklal Harbi yıllarında 1920-23 yılları arası İtilaf Devletleri adına İstanbul İşgal Orduları Başkomutanı olarak görev yapmıştır. (Kaynak: https://tr.wikipedia.org)
Düşman İstihbarat Teşkilatlarına Sızılması
Yabancı istihbarat servisleri arasında en etkili olan İngiliz istihbarat teşkilatıydı. İngiliz istihbaratının en önemli isimleri Yüzbaşı Bennet ve Yüzbaşı Nelson idi. Yüzbaşı Nelson tamamen gizli ve sivil olarak Ramiz Bey adıyla yaşıyordu. Türkçeyi mükemmel konuşuyor ve İngilizlerle açıktan haberleşmiyordu. Mektuplarındaki gizli şifreler istihbaratımız tarafından çözümlendi, faaliyetleri açığa çıktı ve İngiltere’ye dönmek zorunda kaldı. Yüzbaşı Bennet’in sağ kolu Pandikyan Efendi ikna edilerek bizim için çalışmaya başladı ve çok önemli bilgiler verdi. M.M. Grubu lideri Topkapılı Cambaz Mehmet Bennet’e suikast düzenledi ve Bennet ağır yaralandı. Tedavi için İngiltere’ye gönderildi. Ayrıca istihbarat teşkilatlarımızın Fransız ve İtalyan gizli servislerine sızmasıyla buralardan da çok önemli bilgiler ele geçirilmiştir. Gavur Mümin ve İngiliz Kemal de Yunan Birlikleri hakkında çok önemli bilgiler ele geçirmiştir.
Foto 3: John G. Bennet (soldan üçüncü) işgal yıllarında İstanbul’da. Atatürk Samsun’a çıktıktan kısa bir süre sonra İngilizler onu öldürmek için bir gizli örgüt kurmuş ve Atatürk’ü öldürmek üzere İngiliz ajanları gönderilmiştir. Üstelik, İngilizlerin kurduğu “Atatürk’e Suikast Örgütü”nün yöneticisi de Yüzbaşı Bennett idi. (Kaynak: İngilizlerin Atatürk’e Suikast Örgütü, Cengiz Özakıncı)
Saraydaki Ajan: Fehime Sultan
Felah İstihbarat Grubu İngilizler ile çok yakın ilişkiler içinde bulunan “Saray”dan haber alabilmek için Fehime Sultan ile gizlice irtibata geçmiş ve başarılı olmuştur. Onun sayesinde Damat Ferit ile İngiliz binbaşının tüccar-gazeteci kılığında Anadolu’ya geçmeleri, Ankara’da İçişleri Bakanlığına seçilen fakat Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul edilmeyen ve daha sonra Bolşevik faaliyetlerinden dolayı ceza alan Nazım Beyin sarayın casusu olması dahil çok önemli istihbarat bilgileri ele geçirilmiştir.
Foto 4: Fehime Sultan, 1912. (Kaynak: https://tr.wikipedia.org)
General Harrington’un Otomobilinin Çalınarak Atatürk’e Hediye Edilmesi
Çanakkale’de savaşan ve çavuş rütbesini bizzat Mustafa Kemal’in taktığı Topkapılı Cambaz Mehmet, küçük oğlu Ali’yle birlikte İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harrington’un otomobiline el koyarak, Ankara’daki Meclis Başkanı Mustafa Kemal’e hediye etmiştir. Düşünebiliyor musunuz: Üzerinde güneş batmayan dev görünümlü İngiliz işgal komutanının arabası karargahının önünden alınıp Mustafa Kemal Paşa’ya tahsis edilmiş ve Ankara’da kullanılmıştır. Kazanamadıkları zaferleri bile propaganda ile göklere çıkaran batılı ülkelerin elinde böylesine büyük bir kahramanlık öyküsü olsa yeri göğü nasıl inletirlerdi. Bizde ise sayısız gizli kalmış kahramanlık hikayeleri gibi bu bilgi de unutulup gitmiştir.
“TBMM Başkanlığından:
İstanbul’un düşman işgali altında bulunduğu sırada, Osmanlı ordusunun depolanan silâh ve teçhizatını her an ölümle karşı karşıya kalarak Anadolu’ya kaçıran, düşmanın gizli istihbarat teşkilâtının içinde yuvalanarak, milli kuvvetlere çok yararlı bilgiler sağlayan M.M. Grubu (Müsellâh Müdâfaa-i Milliye) Başkanı Topkapılı Mehmet Bey’e, Vatana Üstün Hizmet faslından (ayrılan bütçe) ayda 1.500 lira maaş bağlanması Büyük Meclis’in 24 Haziran 1923 tarihli toplantısında oy birliği ile kararlaştırıldı.” (TBMM, 24 Haziran 1924 tarihli oturumu)
Hemen belirtelim: Topkapılı Mehmet Bey, “Biz görevimizi yaptık.” diyerek, bu maaşı kabul etmemiş, Kızılay’a bağışlamıştır.
Foto 5: Topkapılı Cambaz Mehmet ve oğlu Ali Bey. (Torun Cemal Balkantaş arşivi)
Foto 6: Topkapılı Cambaz Mehmet tarafından Harrington’dan alınıp Millî Mücadele hizmetine verilen araç. Soldan sağa arkadakiler; Mustafa Kemal Atatürk, Mustafa Fevzi Çakmak, Asım Gündüz (Batı Cephesi Kurmay Başkanı).
Casus Listesi ve Fevzi (Çakmak) Paşa
Erkân-ı Harbiye Reisi (Genelkurmay Başkanı) Fevzi Paşa bir gün bürosunda çalışırken Felah Grubu tarafından Ankara’ya gönderilen fotoğrafları önüne serer ve gözden geçirmeye başlar. Bir ara elini yüzüne dayamış düşünürken o gün sakal tıraşı olmadığını fark eder. Zile basarak hizmet erini çağırır: “Berbere söyleyin, takımlarım alsın gelsin, sakal tıraşı olacağım,” der. Biraz sonra berber gelir. Fevzi Paşa’yı tıraş etmeye başlar. Tıraştan sonra tekrar çalışma masasının başına geçince fotoğraflardaki yüzlerden birisine gözü takılır. Yüz, kendisini tıraş eden berberin yüzüne çok benziyordur. İyiden iyiye inceler. Evet bu kişi kendisini tıraş eden berber erdir. Derhal emir verir. İlgili subaylar gereken soruşturmayı yaparlar. Hiçbir renk vermeyen, adı ve hüviyeti uydurma bir Türk olan, askere alınıp er olarak karargâha kadar giren bu basit görünüşlü adam, İngiliz ajanı Rum Yorgi, durumunu itiraf eder. Albay Nelson’un Ankara’da yüksek karargâhımıza kadar soktuğu bu Rum ajan tutuklanıp Divan-ı Harb’e sevk edilmiştir.
Foto 7: Mustafa Fevzi Çakmak. Türkiye’nin Mustafa Kemal Atatürk’ten sonraki ikinci ve son mareşalidir. İlk Millî Savunma Bakanımız ve Türk Silahlı Kuvvetleri’mizin Cumhuriyet dönemindeki ilk Genelkurmay Başkanıdır.
Mustafa Kemal Paşa’nın Londra’daki Casusları
İngiliz istihbaratı Londra’da Mustafa Kemal Paşa’nın iki casusu olduğunu tespit etmişti. Uzun bir çalışma yaptılar fakat suç unsuru bulamadılar. Genç Türk Devleti’nin kolları oraya kadar uzanmıştı.
Atatürk’e Suikast için Gönderilen Hintli Casus Mustafa Sagir
Anadolu’ya son defa sokulabilen İngiliz ajanı, Londra Üniversitesi’nde eğitim görmüş, Türkoloji profesörü olarak ayrıca ihtisas yapmış Hintli Mustafa Sagir’di. Bu ajan Mustafa Kemal’i öldürmekle görevliydi. Hint Hilafet Komitesi maskesiyle İstiklâl Harbimize Hint Müslümanlarının yardım edeceğini vaat ediyordu. Gizli faaliyetleri istihbarat teşkilatlarımız tarafından açığa çıkarıldı. Ankara’da bazı görüşmeler yapıp Mustafa Kemal Paşa ile de görüştü. Mustafa Kemal Paşa ilk görüşte ajan olduğunu anlamıştı. Bir süre sonra gözaltına alındı. Mahkemede tüm suçlarını itiraf etti. İngilizlerin tehdidine aldırış etmeyen Ankara Hükümeti tarafından idam edildi.
Foto 8: Casus Mustafa Sagir.
Yunan savaş Planlarının Ele Geçirilmesi
Büyük Taarruz için hazırlıklarını yapan Mustafa Kemal Paşa şifre ile Felah Grubundan Yunan birliklerinin son durumu hakkında ayrıntılı bilgi edinmelerini istedi. Bunun için en uygun görünen yer Fransız karargâhı idi. Oraya sızdırılmış ajanımız Kemal Bey’in çalışmasıyla Yunan harekât planı ele geçirilir ve Ankara’ya kurye ile gönderilir. Plan en ince ayrıntısına kadar Yunan birliklerinin yerini göstermektedir. Planın ele geçirilmesi olağanüstü bir istihbarat zaferidir. Mustafa Kemal Paşa kaynağı şifre ile sorar fakat Ekrem Binbaşı kesinlikle belirtmez, çünkü kaynağının korunması gerekmektedir. Planı inceleyen Mustafa kemal, Fevzi ve İsmet Paşalar bu kadar ayrıntılı olduğundan Türk birliklerini yanıltmak için gönderilmiş olmasının çok kuvvetli olduğunu, gerçek olmayacağını öne sürerler.
Yunan Savaş Planlarındaki Şüphenin Giderilmesi
Mustafa Kemal Paşa bir şifre ile Ekrem Beyi plan konusunda görüşmek üzere İzmit’e çağırır. Ekrem Bey sakallarını uzatıp köylü kılığında İngiliz kontrolünü rahatlıkla geçerek İzmit’e gider. Askerî polis teşkilatından bir yarbay yolcular arasında gelen misafiri aramaktadır. Köylü kılığındaki Ekrem Baydar’ı fark etmez bile.
Foto 9: Ekrem Baydar. (Kaynak: filigranda belirtilmiştir.) Millî Mücadele yıllarında Atatürk’ün en önemli istihbaratçısıdır. Savaştan sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğü yapmıştır. Daha fazlası için “Korgeneral Ekrem Baydar Anlatıyor-Atatürk’ün Emniyet Müdürü” adlı kitabı okuyabilirsiniz.
Ekrem Baydar yarbayın kulağına bir şeyler söyleyerek kendini tanıtır. Hemen o da komutanımız sizi bekliyordu araba hazır gidelim der. Yemeği Mustafa Kemal, Fevzi ve İsmet Paşalar ile birlikte yerler. Yemekten sonra Mustafa Kemal Paşa Ekrem Baydar’ı kendi istirahat odasına çıkarır. Güvenlik tedbirleri Ekrem Baydar’ın dikkatini çeker. Mustafa Kemal Paşa ayrıntılı olarak planı nasıl ele geçirdiklerini sorar. Konuyu uzunca dinledikten sonra ikna olur ve doğruluğuna inanır. Ekrem Bey’e de artık gizlilik kararı alındığını, bağlıların hiçbirisiyle görüşmeyeceğini söyler. Sadece taarruz edeceğimizi bildirir. Ekrem Bey ile de savaşın sonuna kadar görüşmemiştir. Ekrem Bey görevini yerine getirmenin huzuruyla geri dönmüştür. Ele geçirilen Yunan planı çok önemli istihbarat faaliyetlerinden birisidir. Özellikle Yunan topçusunun iki saat içerisinde susturulmasında çok faydası olmuş, zaferimize çok büyük katkılar sağlamıştır.
Savaş Kararı
Atatürk’ün kendisinden dinleyelim (Nutuk’tan):
Daha haziran ortalarında saldırıya karar vermiştim. Bu kararımı cephe komutanı ile Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı, yalnız bunlar biliyorlardı.
Faaliyette gizliği sağlamak ve düşmanı yanıltmak için her şey cephenin kuzeyinde yani sağ tarafta gerçekleştiriliyor, cephenin solunda her faaliyetimiz durmuş görüntüsü veriyordu.
O günlerde İzmit-Adapazarı doğrultusunda bir geziye gidiyor gibi yola çıktığım zaman, Ankara’da Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa hazretleriyle görüştükten sonra, o zaman Millî Savunma Bakanı olan Kâzım Paşa hazretlerini de Sarıköy istasyonuna dek yanımda götürerek oraya çağırdığım Cephe Komutanı İsmet Paşa hazretleriyle birlikte saldırı için gerekli hazırlıkların ivedilikle bitirilmesi ile ilgili kararlar aldık.
Artık büyük saldırıdan söz etmek zamanı gelmişti. Sakarya Meydan Savaşı’ndan sonra düşman ordusu, büyük ve kuvvetli bir grupla Afyonkarahisar-Dumlupınar arasında bulunuyordu. Bir başka kuvvetli grubu ile de Eskişehir bölgesinde idi. Bu iki grup arasında yedek kuvvetleri vardı. Sağ yanını, Menderes bölgesinde bulundurduğu kuvvetlerle, sol yanını da İznik Gölü kuzey ve güneyindeki kuvvetleriyle koruyordu. Denilebilir ki, düşman cephesi Marmara’dan Menderes’e kadar uzanıyordu.
Türk Ordusu’nun 15 Ekim 1921’de başlayan taarruz planının ismi SAD taarruz planıydı. SAD kapalı anlam itibariyle mübarek ve kutlu anlamına geliyordu. Ayrıca Türk Ordusu’nun yerleşim şekli Arap alfabesindeki ‘sad’ harfine (ص) benziyordu.
Kuvvet Dengesi
Yunan ordusu ile bizim kuvvetlerimiz karşılaştırılırsa, iki yanın insan ve tüfek güçleri aşağı yukarı birbirine denk bulunuyordu. Yalnız, Yunan ordusu (dünyanın özgür ve kendisine yardımcı olan sanayiine dayandığı için) makineli tüfek, top, uçak, taşıt, cephane ve teknik gereç bakımından daha üstün bir durumda bulunuyordu. Öte yandan bizim ordumuzun da süvari sayısı bakımından üstünlüğü vardı. Bir başka aleyhimizde olan konu da İhsan (Sabis) Paşa’nın, kendisini Askeri Mahkemeye dek götüren yersiz işlerinden ve davranışlarından dolayı, Ordu Komutanlığından uzaklaştırılması gerektiğiydi. Nurettin Paşa’yı Birinci Ordu Komutanlığına atadık. Taarruza az bir zaman kala yapılan bu zorunlu değişiklik aşılması zor engellerden birisiydi. Fakat yapmasak bizi ileride güç durumlara sokabilirdi. Muhalefet bu konuyu da istismar etmeye çalıştı.
20 Temmuz 1922 Perşembe günü Mustafa Kemal Paşa mareşal üniforması ile meclise geldi ve kürsüye çıkarak: “Göğsümü gere gere ve büyük bir memnuniyetle arz ederim ki bugün ordunun manevi gücü en yüksek düzeyindedir. Ordumuzun maddi gücü de hiçbir olağanüstü tedbire gerek kalmaksızın ulusal amaca güvenle ulaşabilecek duruma gelmiştir.”
Yunan ordusunda ise Küçük Asya Komutanı General Papoulas, 3 Haziran 1922’de istifa etmiş ve yerine General Hacıanesti atanmıştı. Zaman kaybetmeden Anadolu’daki orduları teftiş eden Hacıanesti tahkimatların sağlamlığı karşısında çok memnun olmuştu. Bu arada ordu kurmay başkanı ile harekât başkanını değiştirdi. 1. Kolordu Komutanlığı’na General Trikupis’i, 2. Kolordu Komutanlığı’na General Diyenis’i atadı.
Bu sırada da Yunanlılar boş durmuyordu. Trakya’da bulunan birlikleri ile İstanbul’u işgal girişimleri olduysa da başarılı olamadılar. Ancak en kuvvetli oldukları Afyon-Kütahya hattını çok iyi bir şekilde tahkim ettiler. Hatta bu tahkimatın gücünü belirtmek için bir İngiliz kurmayının şu sözleri dikkate değerdir: “Türkler bu mevzileri dört beş ayda düşürebilirse, bir günde düşürdüklerini iddia edebilirler.”
Cepheye Gizlice Gidiş ve Futbol Maçı
Hazırlıkları yerinde görüp son kontrolleri yapmak için Konya’ya gelmiş olan General Townshend’ın görüşme isteğinden yararlanarak Ankara’dan ayrılıp 23 Temmuz 1922 akşamı Batı Cephesi Karargâhının bulunduğu Akşehir’e gittim. 28 Temmuz 1922 günü öğleden sonra yaptırılan bir futbol maçını görmeleri ileri sürülerek ordu komutanları ve kimi kolordu komutanları Akşehir’e çağrıldı. 28/29 Temmuz gecesi komutanlarla genel olarak saldırı üzerinde görüştüm.
Düşündüğümüz, ordularımızın ana kuvvetlerini düşman cephesinin bir kanadında ve elden geldiğince dış kanadında toplayarak, yok edici bir meydan savaşı yapmaktı. Bunun için uygun gördüğümüz durum ana kuvvetlerimizi düşmanın Afyonkarahisar yakınlarında bulunan sağ kanat grubu güneyinde ve Akarçay ile Dumlupınar karşısına dek olan yerde toplamaktı. Düşmanın en can alacak ve önemli noktası orası idi. Çabuk ve kesin sonuç almak, düşmanı bu kanadından vurmakla olabilirdi. Emirlerimi verdikten sonra Ankara’ya döndüm.
Gizli Hazırlık
Batı Cephesi Komutanı 6 Ağustos 1922’de ordularına gizli olarak saldırıya hazırlık buyruğu verdi. Tertiplerimizi tamamladıktan sonra ilk tedbir olarak Anadolu ile tüm haberleşmeyi kestik. Sadece önceden kararlaştırılan birkaç acil konu şifre ile önemli birkaç komutana bildirilecekti. Muhabere vasıtaları sıkı bir kontrol altına alındı. En küçük bir haberin dışarıya sızmamasına gayret ediliyordu. İçeride ne yaptığımızı dışarının bilmemesi, öğrenememesi lâzımdı.
Dünyanın En İyi Gizlenen Manevrası
Baskın tesiri yaratabilmek için birliklerimiz Afyon’un doğusundan güneyine ve güney batısına çok başarılı bir şekilde kaydırıldı. Cephe boyuna yığılmış orduları gece yürüyüşleriyle, gizliliği sağlayacak şekilde intikal ettirmeye uğraşıyorduk. Günlerce süren harekât –düşman farkına varmaksızın– başarıyla tamamlandı. Birçok noktalarda düşmanın karşısı büyük ölçüde boşaltılmış, boşaltılan kuvvetlerin hepsi düşmana çok üstün bir silâh kudreti halinde onun can evine doğru istikamet almıştı. Bir taraftan ordular bütün ağırlıklarıyla yer değiştirirken, ben, daima Ankara’da, Çankaya’da idim.
Bu yer değiştirme harekâtı dünyanın gözü önünde yapılan ve en iyi gizlenen yer değiştirme harekâtı olmuştur. Yirmi günde yaklaşık 200 bin asker yer değiştirmiş fakat düşman hiç fark edememiştir. Boşaltılan bölgelerde bulunan faaliyetlerin devamı için cephe gerisinden hasta ve yaralı askerler ile köylüler getirilmiş, günlük faaliyetler aynen devam etmiştir. Yer değiştiren birlikler ise gece boyu ilerleyerek gündüzleri adeta donarak neredeyse hiç hareket etmemişlerdir. Kesilen ağaç dalları da düşmandan gizlenmek için kullanılmıştır. Araçların tekerlekleri ve hayvanların ayaklarına bez parçaları bağlanmıştır. Kısaca sanki büyük bir sahne kurulmuş ve düşman kandırılmıştır. Türk Ordusu zafere tamamen inanmış inanılmaz bir ses ve ışık disiplini sağlanmıştır. Yunan uçakları yüzlerce keşif fotoğrafı çekmesine rağmen hiçbir hareketi tespit edememiştir. Hatta firar ederek Yunan birliklerine sığınan bir Türk askeri, “Size Afyon’un güneyinden ve batısından saldıracaklar.” deyince, hiçbir Yunan subayı inanmamış, kendilerini yanıltmak için gönderilen bir casus sanarak askeri tutuklamışlardır.
Muhalif Milletvekillerinden İstihbarat için Faydalanma
Saldırı için yeniden cepheye gitmeden önce, Ankara’da saptanması gereken birtakım durumlar vardı. Daha, saldırı buyruğu verdiğimi Bakanlar Kuruluna tümüyle bildirmemiştim. Artık onlara resmî olarak bildirmenin zamanı gelmişti. Yaptığımız bir toplantıda iç ve dış durum ile askerî durumu görüşüp tartıştıktan sonra, saldırı konusunda Bakanlar Kurulu ile görüş birliğine vardık.
Meclisteki muhalif milletvekilleri ordunun çürüdüğü, kıpırdayacak durumda olmadığı, böyle karanlık ve belirsizlik içinde beklemenin yıkımla sonuçlanacağı yolundaki propagandalarını iyice kızıştırmışlardı. Gerçi, mecliste bu görüş akımının yaptığı yankılar, düşmanlardan çok gizlemek istediğim savaş planı bakımından yararlı idi. Ama bu olumsuz propaganda en yakın ve en inançlı kişiler üzerinde bile kötü etkiler yapmaya başlamış, onlarda da duraksamalar uyandırmıştı. Onları da pek yakında yapacağım saldırı konusunda ve altı yedi günde düşmanın ana kuvvetlerini yeneceğime olan güvenim üzerinde aydınlatmayı ve yatıştırmayı gerekli gördüm. Bundan sonra çenelerini kapatmalarını söyledim. Bunu da yaptıktan sonra Ankara’dan ayrıldım.
Sahte Çay Şöleni
Genelkurmay Başkanı benden önce, 13 Ağustos 1922’de cepheye gitmişti. Ben birkaç gün sonra yola çıktım. Gidişimi belirli birkaç kişiden başka bütün Ankara’dan gizledim. Benim Ankara’dan ayrılacağımı bilenler, burada imişim gibi davranacaklardı. Dahası, benim Çankaya’da çay şöleni verdiğimi de gazetelerle yayımlayacaklardı. Ayrıca Rus Büyükelçisi Aralof ve Azerbeycan Büyükelçisi Abilof’u çağırarak gizlice görüştüm. Benim adıma düzenlenecek sahte çay partisine katılacak ve oradaymışım gibi Ankara kulislerinde anlatacaklardı. Kabul ettiler. Geride sadece iki subay bıraktım: Yaverim Cevat Abbas Gürer ve Yarbay Fuat. Çankaya Köşkü’nün önünde ikisiyle görüşüp oradaki kayanın yanına gelerek birer kahve içtik. Onlar cepheye gelemedikleri için çok üzgün görünüyorlardı. Onlara benim olmadığımı gizleyerek bana iki gün kazandırmanın en önemli vatan görevi olduğunu anlattım.
Resim 1: 20 Ağustos 1922 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinin yabancı istihbaratı yanıltmak maksadıyla yaptığı “Çay Ziyafeti” başlıklı haberi.
Cepheye trenle gitmedim. Bir gece otomobille Tuz Çölü (Koçhisar) üzerinden Konya’ya gittim. Konya’ya gidişimi orada hiç kimseye telle bildirmediğim gibi Konya’ya varır varmaz telgrafhaneyi gözaltına aldırarak Konya’da bulunduğumun da hiçbir yere bildirilmemesini sağladım.
Şimdi, olaya başka bir açıdan bakalım: Çanakkale Savaşı’nda büyük yararlılık gösteren sevk ve donatım uzmanı Miralay Behiç Bey (1876- 1961), daha sonra Kurtuluş Savaşı’na katılmış. Önerilen Bayındırlık Bakanlığı yerine Anadolu Şimendiferleri (Demiryolları) İşletme Müdürlüğünü üstlenmişti. Görev yeri Konya’ydı. Bakın Konya’da neler olmuş:
“17 Ağustos günü öğle yemeğinden sonra siyes (kısa uyku) yapıyordum. Aşağıda bir gürültü koptu. Akabinde Mustafa Kemal odama girdi. Bana, ‘Gizli geldim. Burada kalacağım. Kimse duymasın.’ dedi.
20 Ağustos 1922 günü öğleden sonra saat dörtte Batı Cephesi Karargâhında, yani Akşehir’de bulunuyordum. Kısa bir görüşmeden sonra, 26 Ağustos 1922 sabahı düşmana saldırmak için cephe komutanına buyruk verdim.
24 Ağustos 1922’de karargahlarımızı Akşehir’den saldırı cephesi gerisindeki Şuhut Kasabasına getirdik. 25 Ağustos 1922 sabahı da Şuhut’tan, savaşları yönettiğimiz Kocatepe’nin güneybatısındaki çadırlı ordugâha gittik.
Taarruz Emri
25 Ağustos 1922 tarihinde kendinden emin olan Yunan karargâhında görevli olan subaylar ve Atina’dan getirdikleri eşleri başta Trikupis olmak üzere düzenlenen baloda sabaha kadar eğlendiler.
26 Ağustos sabahı Kocatepe’de bulunuyorduk. O kadar ayrıntıya dikkat edilmişti ki köpeklerle çok iyi anlaşan köylüler cephe gerisinden getirilmiş, ses çıkarmadan Yunanlıların tahkimatlara yerleştirdiği köpekler toplanarak geriye sevk edilmiş ve harekatımızın baskın tesirini ortadan kaldırmalarına engel olunmuştu.
Sabah saat 5:30’da topçu ateşimizle saldırı başladı. Ele geçirdiğimiz ayrıntılı Yunan harekât planına göre yapılan çalışma sonucunda iki saat içerisinde tüm Yunan topçu ileri gözetleyici mevzileri yok edilmiş, toplar susmuş ve Yunan birlikleri ateş desteğini kaybetmişti. Savaş tamamen Türk Ordusu’nun lehine dönmüş, dört beş ayda geçilemez denilen Yunan engelleri bir günde aşılmıştı. Mustafa Kemal Paşa’yı en çok üzen olaylardan birisi de söz verdiği saatte hedefini ele geçiremeyince Albay Reşat’ın (Çiğiltepe) intihar etmesi olmuştur.
Tablo 1: Türk ve Yunan ordusunun mevcutları.
Neden Hafta Sonu?
Yunan mevziilerin saldırısı cuma gecesini cumartesi gecesine bağlayan 25/26 Ağustos tarihine denk geliyordu. O sırada bizde cuma günleri tatil iken batılı ülkelerde cumartesi pazar günleri tatil idi. Mustafa Kemal Atatürk’ün dehasını burada bir defa daha görüyoruz. Batılı devletleri tatilde yakalamıştı.
Türk Komutanlar Ankara’da Baloya Katılıyor
Propaganda araçlarımız tarafından Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’da bir balo düzenleyeceği ve bütün önemli komutanların o baloya katılacağı haberi yayılmıştı. Yunan karargâhı da bu sahte habere inanmış hatta onlar da rahatlıkla 25 Ağustos akşamı Afyon’da düzenlenen baloya katılarak sabaha kadar eğlenmişlerdi.
Balo Kıyafetiyle Yakalanan Yunan Komutanların Eşleri
27 Ağustos 1922 öğleden sonra 17:00 civarında Afyon halkının sevinç gösterileri arasında kent kurtarılmıştır. Yunan komutan eşleri henüz ayılamadıklarından büyük çoğunluğu balo kıyafetleri ile esir edilmiştir. Fakat Türk nezaketi gösterilerek komutan eşlerinin basına bile duyurulmadan batıya gitmeleri için tedbir alınmış ve serbest bırakılmışlardır.
Yunan Haberleşmesinin Kesilmesi
Birliklerimiz ve özellikle süvarilerimiz Yunan ordusunun İzmir’le olan tüm haberleşmesini kesmiş, onlar için büyük bir zafiyet olmuştur. Hatta Hacıanesti’nin başkomutanlıktan alınıp yerine Trikupis’in atandığı haberini Trikupis esir olduktan sonra bizzat Mustafa Kemal Paşa vermiştir.
Zafer
Baylar, 26 ve 27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde, (Afyon) Karahisar’ın güneyinde 50 ve doğusunda 20-30 kilometre uzunluğunda 26 ve 27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde, (Afyon) Karahisar’ın bulunan berkitilmiş düşman cephelerini düşürdük. Yenilen düşman ordusunun büyük kuvvetlerini 30 Ağustos’a değin, Aslıhanlar yöresinde çevirdik. 30 Ağustos’ta yaptığımız savaş sonunda -buna Başkomutan Savaşı adı 26 ve 27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde, (Afyon) Karahisar’ın kazanılmasından sonra verilmiştir- düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve tutsak ettik. Düşman ordusu başkomutanlığını yapan General Trikupis de tutsaklar arasındaydı. Demek, tasarladığımız kesin sonuç beş günde alınmış oldu.
İyon Devleti
Sakarya Savaşı’nda yenilen Yunanlılar artık Anadolu’yu boşaltma konusu dile getirilmeye başlanınca özellikle İzmir çevresinde bir Helen devleti bırakma çabasına giriştiler. İngiltere’ye de güvenerek İyon özerk devleti kurma çalışmalarına başladılar. Amaç önce özerk bir devlet kurup sonra onu Yunanistan’a bağlamaktı. Önce yerli Rumların kurmayı düşündüğü İyon devletine sıcak bakılmasa da Yunanistan Ege Bölgesi’ni Türklere bırakmak istemiyordu. 30 Temmuz 1922 de İyon Devleti resmen açıklandı. Rumların bulunduğu her kasabada askerî teşkilatlanma yapılmış hatta üniformalar bile dikilmeye başlanmıştı. Yunan ordusundaki subayların yüzde doksanı savaştan sonra İyon ordusuna yardım etmek için Anadolu’da kalmayı kabul ediyordu. Hatta üniversite kurmaya bile karar verilmiş, rektör ataması yapılmıştı. Kütüphane için de 40 bin kitap getirtilmişti. Sivil teşkilatları kurmak için 30.000 kişi görevlendirilmişti. 4 Ağustos tarihinde Lord Curzon yaptığı konuşmada İngiltere’nin İyon Devletini tanıyacağını belirtmişti. Fakat ne İngiltere ne Yunanistan ve ne de Anadolu Rumları Türk Ordusu’nu hiç hesaba katmıyordu. Türk Ordusu’nun savaşamayacağına inanıyorlardı. Propagandamız başarılı olmuştu. Ama kahramanlarımız Yunan ordusuyla birlikte İyon Devletini de denize döktü. Kitapların akıbeti de bilinmiyor.
Trikupis’in Esir Edilmesi
Yüksek rütbeli bazı Yunan subayları esir alınmıştı. Bunlar, Yunan Yüksek Kumanda Heyeti’ne mensup olduklarını söylemekte imiş. Bu haberi zaten bekliyordum. Derhal Yunan komutanlarının getirilmesini emrettim. Az sonra yorgun, bitkin bir halde, General Trikupis ve diğer generaller karşıma getirildi. Kendisiyle taarruzumuza ait harekât üzerinde görüştüm. Verdiği cevaplardan hazırlıklarının asla farkına varmadıkları, tamamen gafil avlandıkları belliydi. Yani istihbarat operasyonu başarılı olmuş, sadece Yunan Karargâhı değil, İstanbul’daki karargâhlar, Paris ve Londra da gafil avlanmıştı.
31 Ağustos 1922 günü ordularımız, ana kuvvetleri ile İzmir’e doğru yürürken, başka birlikleri ile de düşmanın Eskişehir ve kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere ilerliyorlardı.
Foto 10: 2 Eylül’de esir alınan Yunan ordusu komutanları ve eşlik eden Türk subayları: Öndekiler (soldan sağa): 4. Tümen Komutanı Dimaras, 1. Kolordu Komutanı (başkomutanlığa yeni tayin edilen) Trikupis, Kurmay Albay Adnan Bey, 2. Kolordu Komutanı Digenis, Yüzbaşı Emin. (Kaynak: https://tr.wikipedia.org)
Gizlilik Devam Ediyor
Başkomutanlık Savaşı’nın sonucuna değin her gün büyük başarılarla gelişen saldırımızı resmî bildirimlerde çok önemsiz eylemler gibi gösteriyorduk. Amacımız, durumu elden geldiğince dünyadan gizlemekti. Çünkü düşman ordusunu tümüyle yok edeceğimize güvenimiz vardı. Bunu anlayıp düşman ordusunu yıkımdan kurtarmak isteyeceklerin yeni girişimlerine meydan vermemeyi uygun görmüştük. Gerçekten bizim tutumumuzu sezdikleri zaman ve saldırımızdan hemen sonra başvurmalar olmuştur. Örneğin, saldırıda bulunduğumuz sırada Bakanlar Kurulu Başkanı olan Rauf Bey’den, İstanbul’dan ateşkes anlaşması ile ilgili yazı geldiği yolunda, 4 Eylül 1922 günlü bir tel almıştım. Gizlilik kararı artık kısmen de olsa kaldırılabilirdi. Nitekim, “Yayınlanmayacaktır.” şeklinde imzalanan ve sözlü olarak verilen meşhur, “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emri, artık yayınlanabilirdi. Emir, Yunan’ın köylülerden çalarak pişirirken yakalandığı tavuk dolusu kazanları dışında harap ve bîtap olan Eşme’den dünyaya duyuruldu. Diğer konularda ise olabildiğince gizlilik devam ediyordu.
Telsizle doğrudan doğruya bana gönderilen bir telyazısında da İzmir’deki İtilaf Devletleri konsoloslarına benimle görüşmelerde bulunmak yetkisinin verildiği bildiriliyor, hangi gün ve nerede buluşabileceğim soruluyordu. Buna verdiğim yanıtta da 9 Eylül 1922’de Nif’te (Kemalpaşa’da) görüşebileceğimizi bildirmiştim. Gerçekten dediğim günde ben Kemalpaşa’da bulundum. Ama, görüşmeyi isteyenler orada değildi.
Çünkü ordularımız İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe, Akdeniz’e ulaşmış bulunuyorlardı. Her evresi ile düşünülmüş, hazırlanmış, yönetilmiş ve utkuyla sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk Ordusu’nun, Türk subaylarının ve komuta kurulunun yüksek güçlerini ve yiğitliklerini tarihte bir daha saptayan ulu bir yapıttır.
Bu yapıt, Türk Ulusunun özgürlük ve bağımsızlık düşüncesinin ölümsüz anıtıdır. Bu yapıtı yaratan bir ulusun çocuğu, bir ordunun Başkomutanı olduğum için sevincim ve mutluluğum sonsuzdur.
İngiliz ve Yunan İstihbaratı Uyuyor
Kurtuluş Savaşı yıllarında İngilizlerin Türkiye’de bir casus teşkilatı vardı. Önceki yazımızda bahsettiğimiz gibi çoğunlukla “Kara Cumbo” (Black Jumbo) takma adıyla anılıyordu. Türk karargâhının gizli emirlerini günü gününe hatta saat hesabıyla, İngiliz işgal orduları komutanlığına ulaştırabilmişti. Ama bu “Kara Cumbo” bir kerecik haber atladı. Hem de fena atladı. İstihbarat operasyonumuz başarılı olmaya başlamıştı. Mustafa Kemal, Kara Cumbo’yu atlatarak Büyük Taarruz hazırlığına başlamıştı. 6 Ağustos 1922 günü Batı Cephesi Komutanı, ordulara saldırıya geçmek üzere, “Hazır ol!” emrini vermişti. 13 Ağustos günü Genelkurmay Başkanı Ankara’dan cepheye hareket etmişti. Kara Cumbo’dan ses seda yoktu. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa bir gece gizlice Ankara’dan ayrılmış ve 20 Ağustos günü Batı Cephesi Karargâhına varmıştı. Ama Çankaya’da ‘çay partisi’ veriyormuş gibi haberler yayımlatmıştı ve Kara Cumbo uyuyordu. Nihayet, 26 Ağustos günü sabah saat 5:30’da Türk Ordularının Büyük Taarruzu başlamıştı. Bunu da Kara Cumbo zamanında haber alamamıştı.
İngilizler haber alamayınca, Yunanlılar da gafil avlanmışlardı. Atina, tamamen gafil avlandığı için Başkomutan General Hadjianesti’yi suçlu bulmuştu. 31 Ağustos’ta Hacıanesti’ye, “dik kafalı aptal” diye hücum ediliyordu. Başkomutan değiştirilmiş ve yerine General Trikupis atanmıştı. Fakat Türkler haberleşmeyi kestiği için bu emrin gereği de yerine gelmemişti. Yunan ordusunun resmî Başkomutanı da yoktu. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Sir H. Rumbold da gafil avlanmalarını Londra’ ya mazur göstermeye çalışıyordu: “Anadolu’yla bağlantı kesik.” diyor, bunun için iyi haber alınamadığını söylüyordu.
Batı istihbaratları uyumaya devam ediyordu. 26-28 Ağustos günleri normal diplomatik yazışmalar yapılıyor, Türk taarruzundan bahsedilmiyordu.
Buraya kadar Londra henüz Büyük Taarruzun başladığını, üç gündür ilerlediğini bilmiyordu. Ancak 28 Ağustos günü geç saatlerde, İzmir Başkonsolosu Sir H. Lamb, ilk defa kısa bir haber verdi: “26 Ağustos günü Türklerin… Uşak doğusunda demiryolunu keserek Afyonkarahisar’ı tecrit ettiklerini öğrendim.” dedi. Hatta Afyon’un Türkler tarafından zapt edildiğinin bile haber verildiğini söyledi. Büyük Taarruzu haber veren ilk İngiliz belgesi görebildiğimiz kadarıyla buydu. Bu telgraf da ancak ertesi gün Londra’ya ulaşmıştı.
29 Ağustos Salı: Büyük Taarruzun dördüncü günü. Londra’ya üst üste telgraflar gelmeye başlıyordu. İzmir’den Başkonsolos Sir H. Lamb, “Afyon’un ele geçirilişinin resmen doğrulanmadığını, fakat 26 Ağustos’tan beri şiddetli çarpışmaların sürdüğünün kabul edildiğini” bildiriyordu. İzmir ve Manisa’ya 400 yaralı gelmişti. Yunan ordusu bütün taşıtlara el koyuyordu. Birkaç saat sonra Sir H. Lamb, “Yunanlılar Afyonkarahisar’ı boşaltmak zorunda kaldıklarını şimdi kabul ediyorlar.” diyordu.
Anlaşıldığına göre, Yunan Genelkurmayı, Büyük Taarruzun başladığını ilk defa 28 Ağustos akşamı geç saatte kamuoyuna duyurmuştu, ilk yayımlanan resmî bildiri buydu. Yunan Genelkurmayı, Yunan kuvvetlerinin ağır kayıp vermediklerini, topları ve malzemeyi geri çekebildiklerini de söylüyordu. Eskişehir bölgesindeki Üçüncü Yunan Kolordusu ise “Türk saldırısına karşı koyabilecek durumdaydı.”
Büyük Taarruzun dördüncü gününe gelinmişti. Ama İngiliz Yüksek Komiseri bunun önemini hâlâ kavrayamamıştı. Yunan yetkililerle İngiliz yetkililer hala İyon özerk devletini konuşuyorlardı.
Mustafa Kemal’e gelince, o, Büyük Taarruzu sürdürüyordu.
30 Ağustos Çarşamba: Bugün, “Başkomutanlık Meydan Muharebesi” kazanılmıştı. Bugün Türk’ün zafer günüydü. Beş gündür parlak başarılarla süren Büyük Taarruz, bugün düşman işgal ordusuna ezici darbeyi indirmişti. Düşman kuvvetlerinin bir kısmı tutsak edilmiş, bir kısmı da ezilmişti. Tutsak edilenler arasında yeni Yunan Başkumandanı General Trikupis de vardı. Artık Yunanlıların güney cephesi diye bir şeyi kalmamıştı, işgal ordularının kalıntıları bundan böyle İzmir’e doğru soluk aldırmadan kovalanacaklardı. Türk Orduları artık, “İlk Hedef Akdeniz”e doğru yol alıyorlardı. Büyük Taarruzun bundan sonrası zaferle dolu bir yürüyüş olacaktı.
Ama Mustafa Kemal üst üste parlak başarılarla devam eden Büyük Taarruzu, dünyanın gözünden mümkün olduğu kadar gizlemeyi yeğlemişti. Başkumandanlık Meydan Savaşı’nın kazanılmasına dek geçen günlerde Türk bildirileri, Türk Ordusu’nun başarılarını sanki önemsizmiş gibi göstermişlerdi. Bunun askeri-siyasi bir amacı vardı. Mustafa Kemal, bu taktiğinde de bir başarı kazanmıştı. 30 Ağustos günü Londra ve Atina âdeta uyuyorlardı. Askerî harekât konusunda o gün Londra’ya ulaştırılan haberler pek azdı.
31 Ağustos Perşembe: Türk Ordularının İzmir’e doğru yürüyüşleri başlamıştı. Ama Londra ve Atina’da hâlâ durum sakin görünüyordu. Cephedeki gerçek durum, İngiltere ve Yunanistan’da henüz anlaşılmamıştı. Atina’daki İngiliz Maslahatgüzarı Bentinck, bu sabahki telgraflarından birinde, “Durum tamamen sakin.” diyordu. Bir başka telgrafında Bentinck, Yunanistan’ın İngiltere’den askerî yardım istemek niyetinde olduğunu haber veriyordu. Atina’da hükümeti destekleyen gazeteler -“Athenaiki” gazetesi gibi- “Anadolu’nun terk edilmesi zorunluluğundan” söz etmeye başlamışlardı. Ama bu gazeteler azınlıktaydı.
Öte yandan İstanbul Hükümeti de telaşa kapılmıştı. Padişah ve bendeleri (kulları, köleleri), Türk zaferinden sevinmek şöyle dursun, korkmaya başlamışlardı. 30 Ağustos Zaferinin ertesi günü İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri şu telgrafı çekiyordu:
“Milliyetçilerin saldırısı İstanbul Hükümetine büyük huzursuzluk vermektedir. (İstanbul Hükümeti) Venedik’te yapılması tasarlanan hazırlık konferansının zarar göreceğinden ya da gereksiz yere erteleneceğinden korkmaktadır. İstanbul Hükümeti, Paris teklifleri gereğince Anadolu esasen Türkiye’ye geri verilecek olduğuna göre, bu saldırıyı kışkırtan nedenleri bilmediğini ileri sürmektedir.”
Padişah Hükümeti, Anadolu’nun Kemalistler tarafından kurtarılması yerine, Yunan işgalinde kalmasını yeğlerdi. Yunan işgalindeki Anadolu’nun, yamalı bohça halinde de olsa, bir gün kısmen padişaha verilmesi umudu vardı. Mustafa Kemal’in kurtaracağı Anadolu’ya padişahın yeniden egemen olması olasılığı çok daha azdı. Bu bakımdan İstanbul Hükümeti, Başkumandanlık Meydan Savaşı’nın kazanılmış olmasına üzülüyordu. Büyük Türk zaferi, Atina’da olduğu gibi İstanbul Hükümetinde de “büyük huzursuzluk” yaratmıştı. Padişah Hükümeti, Ankara’nın bir başka düşmanıydı. Onun, Türk zaferine düşmanla birlikte üzülmesi, normaldi.
Başkomutanlık Meydan Savaşı’nın kazanılmasından sonra Atina ve İzmir’e haberler ancak 31 Ağustos günü ulaşmıştı.
1 Eylül Cuma: Londra, Türk başarısının önemini hâlâ kavrayamamış görünüyordu. Lord Curzon, gerçek durumu hâlâ kavrayamamıştı. Atina, İzmir ve İstanbul’daki İngiliz temsilcilikleri, 1 Eylül günü de cephe haberleri bakımından oldukça geri kalmışlardı.
Mustafa Kemal, Büyük Taarruz hazırlıklarını son derece gizli tutmuş ve dışarıya en ufak bir haber sızmasına olanak vermemişti. İngiliz Gizli istihbarat Servisi, Büyük Taarruz hazırlıklarını önceden haber alamamıştı. Atina ve Londra oldukça gafil avlanmışlardı. Yunan ordusuna dışardan takviye gönderilmesine ya da bir dış müdahaleye zaman kalmamıştı. Bundan başka Mustafa Kemal, Büyük Taarruzu bir hafta sonunda başlatmıştı. Atina ve Londra hafta sonu tatili yaparlarken, Türk Orduları üç günlük zaman kazanmışlardı. Cumartesi sabahı başlayan Büyük Taarruz haberleri ancak pazartesi günü geç saatlerde Atina’ya ulaşabilmişti. Atina ya da İzmir’den ilk haberlerin Londra’ya yetiştirmesiyse salı gününe kadar gecikmişti. Mustafa Kemal, Türk Ordularının ilk günlerdeki başarılarını mümkün olduğu kadar dış dünyadan gizlemeye de dikkat etmişti. Başkumandanlık Meydan Savaşı’nın kazanılmasına kadar geçen beş gün içinde, Türk bildirileri, orduların zaferini önemsizmiş gibi göstermişlerdi. Atina ve Londra buna da aldanmışlardı. 31 Ağustos, hatta 1 Eylül gününe kadar Londra’ya ulaşabilen cephe haberleri gerçekten önemsizdi. Lord Curzon, olayların gerisinde kalmış, daha doğrusu Mustafa Kental, Lord Curzon’ları, Lloyd George’ları atlatabilmişti. Durumun “son derece üzüntü verici” olduğunu Atina, ancak Büyük Taarruzun birinci haftasının sonunda anlayabilmişti. Bu haberlerin Londra’ya ulaştırılmasıysa, ertesi günü bulmuştu. Londra ve Atina’nın gerçek durumu kavradıkları zamansa artık Yunan ordusu bakımından iş işten geçmişti. Yunan cephesinden eser kalmamıştı. Yunan işgal ordularının tutsak edilmekten kurtulabilen kalıntıları, sürüler halinde İzmir’e, Marmara’ya doğru yuvarlanıyorlardı. Türk Ordusu, zaferle, son hızla İzmir’e doğru düşmanı kovalıyordu.
TBMM, Ordularımızın İzmir’e Girişini Fransızlardan Öğrendi
Ordumuz hala gizlilik kararına uyduğundan, TBMM cepheden çok az haber alabilmektedir. Başkanvekili olan Rauf Bey’i (Orbay), milletvekilleri devamlı sıkıştırmakta, bir şeyler öğrenmek istemektedirler. Genelkurmay karargahında bir tek subay bırakılmış ve onunla da haberleşme neredeyse yoktur. Çok sıkıştırılınca ordumuzun durumunu öğrenmek için Felah Grubu başkanı Ekrem Baydar’a bir şifre ile durumu sorar. Ekrem Binbaşı da Fransızlardan ordumuzun durumunu öğrenmesi için Hilal- ı Ahmer (Kızılay) başkanı Hamit Bey’i Fransız Karargahına gönderir. Karargâhta Fransız İşgal Kuvvetleri Komutanı General Charpie (Şarpi) Hamid Bey’i güler yüzle ve ayakta karşılayarak daha o bir şey sormadan şunları söylemiş:
“Tebrik ederim. Süvarileriniz İzmir’e girmeye başladı.” Türklük dünyasına ilk büyük müjde Fransız generalinden gelmişti.
Durum şifreyle hemen Ankara’ya, Genelkurmay Başkanlığı adresine bildirildi:
“Süvarilerimiz İzmir’e girmiştir. (Ekrem)”
TBMM müjdeli haberi alınca müthiş bir sevinç yaşanmıştır.
Kadın Kılığında Yakalanan Türk Casusu ve Kurtarılması
Batı Anadolu’daki Yunan işgal bölgesinde de çok değerli bir ajanımız vardı. Bu ajanımız bir Türk yüzbaşısıydı.
Fransız istihbarat şubesi müdürüyle dost ve sıkı temasta olan Yüzbaşı Kemal’in çalışmaları sonucu Yunan işgal bölgesindeki bu yüzbaşımızın çalışmaları organize edilebilmişti. Bu yüzbaşımız çarşaflı bir kadın kıyafetinde Batı Anadolu bölgesinde dolaşıyor, genellikle Bursa’da saklandığı bir hamamda, bizde anahtarı olan şifre raporlarını hazırlayarak bu bölgedeki Fransız istihbarat subaylarına veriyordu. Fransız istihbarat subayları da bu raporları İstanbul’a ulaştırıyor, böylece İstanbul’da bizim Fransız Kemal’in eline geçiyordu. Tabii biz de bu şifreleri hemen Ankara’ya yazıyorduk. (Bu yüzbaşımıza Fransız teşkilatı aracılığıyla para da gönderiyorduk.) Bu değerli ajanımızın çalışmaları, Yunan başkomutanın esir olduğu günlere kadar sürdü.
En son raporunu Bursa’dan göndermiş ve para istemişti. Bursa’daki Fransız istihbarat subayı vasıtasıyla İstanbul’da bir gün bizi şaşırtan şu haberi aldık: Bu ajanımız Yunanlılar tarafından yakalanmış ve vapurla Yunanistan’a gönderilmek üzere Mudanya’ya sevk edilmiş. Ayrıca Yunan vapurunun adı da bildiriliyordu.
Bu yüzbaşımız bence esir edilen Yunan generallerinden çok daha önemliydi. Başkomutan Gazi Paşa ve bağlı bulunduğum Genelkurmay Başkanı’mla irtibatım yoktu. Bütün kumandanlar İzmir’de toplanmışlardı. Fakat bu yüzbaşımızı kurtarmak gerekiyordu, sorumluluğu yüklenerek vakit geçirmeden harekete geçtim. İstanbul Polis Müdürü Albay Esat Bey aracılığıyla Anadolu Hükümeti adına, metni aşağıda yazılı ültimatomu, adımı gizleyerek General Harrington’a gönderdim:
“Bursa’da Yunanlılar tarafından yakalanarak Yunanistan’a gönderilmek üzere Mudanya’dan Yunan vapuruna bindirilen Türk yüzbaşısı, sağ ve salim olarak hükümetimize teslim edilmediği takdirde esir edilen Yunan generalleri Trikupis ve Digenis’in kurşuna dizileceğini bildiririz.”
Bu ültimatomu alan General Harrington İstanbul limanında bulundurduğu en süratli torpidolarından birini Yunan gemisini yakalamak üzere hemen hareket ettirdi.
İngiliz torpidosu Yunan gemisini Adalar Denizi’nde yakalar ve ambara atılmış olan yüzbaşımızı alır. Ancak yüzbaşımız ağır şekilde kırbaçla dövülmüş olduğundan konuşamayacak haldedir. Bu hali gören İngiliz Torpido Komutanı, yüzbaşımızı derhal geminin revirine yatırır ve bütün doktorları seferber ederek en mükemmel şekilde tedavisine girişir.
Torpido İstanbul’a geldiği zaman General Harrington tedavi edilmiş olan yüzbaşımızı Polis Müdürü Esat Bey’e teslim etti. Esat Bey’in bana gönderdiği yüzbaşımız, İngilizlerin kendisine çok iyi baktığını, çamaşır, potin ve elbise verdiğini anlattı. Bir kahramanımız müthiş bir istihbarat operasyonuyla kurtarılmıştır.
Mudanya Mütarekesine Katılan Osmanlı Gözlemcisi Bile Atatürk’ün Adamı
İngiliz Hükümeti bunun üzerine Anadolu Hükümeti’ne başvurarak tayin edecekleri bir yerde ateşkes (mütareke) görüşmelerine başlanmasını istemişti. Anadolu Hükümeti de Türk Ordusu Başkomutanı adına olağanüstü yetkilere sahip delege olarak Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa’yı, müzakere yeri olarak seçtiği Mudanya’ya gönderdi. Bu sırada Ankara’dan aldığı bir şifrede Ekrem Baydar’ın 2 Ekim 1922 günü Mudanya’da bulunması lüzumu bildiriliyordu ve gizli istihbarat görevimi gizleyebilmem amacıyla benim bu görüşmelere İstanbul’daki Padişah Hükümeti adına gözlemci olarak katılmam uygun görülmüştü. Bu sağlandı, Ekrem Baydar Mudanya görüşmelerine görünüşte Osmanlı Devleti gözlemcisi olarak katıldı. Ankara artık bu ayrıntıyı bile takip edecek kadar güçlüydü.
Sonuç
İstiklâl Savaşımızda istihbarat sanatının tüm inceliklerinden faydalanılmıştır. Tüm açık kaynaklardan düşmanlarımız hakkında bilgi elde edilmiş ve kullanılmıştır. Gerek Saray ve gerekse düşmanlarımızın yaptığı olumsuz propaganda etkisiz hale getirilerek karşı propaganda yapılmış ve psikolojik savaşın tüm gerekleri yerine getirilmiştir. Bu amaca hizmet etmesi için Anadolu Ajansı da kurulmuştur. Birliklerden bilgi sızması engellenmiş düşman istihbarat unsurları kör ve sağır edilerek etkisiz hale getirilmiştir. Sahte mektuplar yazılarak düşman istihbaratının yanlış bilgi alması sağlanmıştır. İngiliz istihbaratı özellikle büyük taarruzdan neredeyse hiç haber alamamış koskoca bir savaş tam bir baskın olmuştur. İngilizlerin içimize sızdırdıkları ajanlar etkisiz hale getirilmiştir. Düşman istihbarat unsurlarının içine mükemmel bir şekilde haber akışı sağlanmıştır. İngiliz istihbaratının Nelson, Sagir gibi ajanları deşifre edilerek etkisiz hale getirilmiş, Bennet Yüzbaşı’ya da suikast yapılabilmiştir. Ulu önderimiz Atatürk’ün önderliğinde “dünyanın en büyük istihbarat operasyonu” yapılarak ordumuz hakkında bilgi edinilmesine engel olunmuş, neredeyse İzmir’e gelene kadar harekatımız gizlenerek düşmanın diplomatik tedbirler alması da engellenmiştir. Tüm dünyayı şaşkına çeviren muhteşem bir zafer kazanılmıştır. Dünyanın o anki hâkimi olan, Birinci Dünya Savaşı’nın galibi İngiltere’de kamuoyu bu yenilginin faturasını hükümete kesmiştir. Başbakan Lord Curzon istifa etmiş, hükümet düşmüştür. Lord Curzon tarihten silinmiştir. İngiltere bu yenilginin etkisiyle de gücünü kaybetmiş, sömürgeleri elden gidince de dünya liderliğini kaybetmiştir. Yunanlılar sadece maşa oldukları için yazmaya bile gerek yoktur. Daha anlatamadığımız çok sayıda kahramanlık hikayeleri vardır. Dünya tarihini bu ölçüde etkilediğinden dolayı Büyük Taarruza “dünyanın en büyük istihbarat operasyonu” nitelemesi yapılmıştır.
Hal böyle olunca Ulusumuza bu muhteşem zaferi kazandıran başta ulu önder Atatürk olmak üzere tüm Ordumuzu ve başta kadınlarımız olmak üzere her şeyini ortaya koyan kahraman Türk Halkını minnetle ve rahmetle anıyorum. Gaflet uykusunda olanların uyanması, dalâlet ve hatta hıyanet içinde olanların layığını bulması, Türk Milleti’nin güzel günler görmesi dileğiyle saygılar sunuyorum. 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.
2 Responses
M.Kemal’in Bennet’a İngiliz komutasında bir Türk ordusu kurmak istiyorum dediği yazıli kitaplarda. Bu ne kadar dogru?
Doğruluğunu gösterecek bir bilgi ve belgeye bugüne kadar rastlamadım. İngilizlere karşı savaşan bir komutan ingilizlerle anlaşmaz.